Komik Sözler

Komik yazılar

Komik resimler

Reklamlar

Yazının Icadı

YAZI GELIŞIMI

Harfler bir ülkeden öteki ülkeye,bir ulustan öteki ulusa geçerken bir başka gezi daha yapıyor. Taşların üzerinde papirüse ,papirüsten mumlu levhalara,mumlu levhalardan parşömene ve parşömenden de kağıda geçiyorlardı. Kumlu toprağa ekilen bir ağaç,killi ve bataklık bir alana ekilen ağaçtan nasıl değişik şekilde büyürse;harfler de taştan kağıda geçen süreçte öylece görünüşlerini ve biçimlerini değiştirdiler.Taş üstünde dik ve dümdüz yükseliyor,kağıdın üzerinde yuvarlaklaşıyordu.Balmumu üzerinde de yıldız biçiminde kıvrıldılar.Balçık üstünde çivileştiler,yıldız iğne biçimi aldılar.Hele kağıt ve parşömen üzerinde sürekli kıllık ve biçim değiştirdiler.

Yazı yazmak için çok çeşitli araçlar kullanılmıştır.Hiç elimizden düşürmediğimiz kağıt kalem dünün icadıdır.Biraz daha öncelere,ilk insanların resimlerden yazının henüz doğmakta olduğu çağlara dönersek o zaman yazı yazmanın inanılmayacak kadar zor olduğu görülür.Çünkü o günlerde bu iş için gereken araçlar yoktu.Herkes,ne ile neyin üzerinde nasıl yazacağını kendisi düşünüp bulmak zorundaydı.

O dönemin araçları arasında taş,koyunun kürek kemiği,balçık yaprağı,çanak çömlek parçaları,yırtıcı hayvan derileri ve ağaç kabukları gibi şeyler hep bu dönemde kullanılıyordu.Bütün bunların üzerine sivriltilmiş bir kemikle ya da çakmak taşıyla kaba bir resim çiziktirmek mümkündü.

Islam Peygamberi Hz. Muhammed, kutsal kitap Kuran-ı Kerim'i koyunları kürek kemiği üzerine yazdırmıştı.Eski Yunanlılar ,halk toplantılarında oylarını şimdi yapıldığı gibi kağıt üzerine değil de,çanak çömlek(ostrakon)lar üzerine yazarak verirlerdi.

Papirüs bulunduktan sonra bile birçok yazarlar,yoksulluk yüzünden yazılarını çamak çömlek parçaları üzerine yazmak zorunda kalmışlardı.Eski yunan bilginlerinden birinin kitap yazmak için evindeki bütün çanak çömleği kırdığını anlatırlar.görevle Mısır'da bulunan eski Romalı asker ve memurlar;bir aralar,papirüs yetersizliğinden hesap pusulalarını çanak çömlek parçaları üzerine yazmışlardır.

Ama palmiye yaprakları ile ağaç kabukları yazı yazmaya çok daha uygundu.Papirüs bulunmadan çok önce bunların üzerine iğne ile yazı yazılmaktaydı.Hindistan'da ,bir çok kitap palmiye yaprakları üzerine yazılmıştı.Yaprakların kenarları bir ölçüde kesildikten sonra iplikle dikiliyordu.Bu kitabın kenarları altınla yaldızlanır ya da renk renk boyanırdı.Böylece çok güzel bir kitap meydana gelmiş olurdu.Ormanca zengin olan ülkelerde kayın ve ıhlamur ağacı kabuklarından yapılmış yapraklar üzerine yazı yazılırdı.

Bununla birlikte çok eski çağlardan itibaren bir yazı yazma yöntemi vardır;onu bügün de kullanmaktayız. Bu taş üzerine yazı yazmadır.

Taştan kitap,kitapların en uzun yaşamlısıdır.Bunda 4000 yıl önce, eski Mısır mezar tapınaklarının duvarlarına yazılmış olan upuzun hikayeler günümüze kadar gelmiştir.

ÇAMURDAN KAĞIDA DOĞRU

Insanlar çok eskiden beri taştan daha hafif,ama onun kadar dayanıklı bir" nesne" aradılar.

Tunç üzerine yazmayı denediler.Bir zamanlar sarayları ve tapınaklarını süslemiş olan üzerleri yazılı tunç levhaları bugün de görmek mümkündür.Bazen bu levhalardan birinin bütün bir duvarı kapladığı da olurdu.Levhanın iki yüzüne yazı yazılmışsa,levha bir zincirle asılırdı.

Anlatırlar;Fransa'da Blois kentinde ,tunçtan bir kilise kapısı vardır.Bu kilise kapısı bir kitabı andırır.Kapının üstünde Kont Etienne ile Blois kenti arasında yapılmış bir antlaşma yazılıdır.Bu antlaşma gereğince halk,Kont'un şatosu etrafına bir duvar çekmeyi kabul ediyor;buna karşılık Kont da şaraptan aldığı vergiyi halka bağışlıyordu.Şarabı içenler çoktan dünyadan göçtüler, etrafındaki duvar yıkıldı.Buna karşılık tunç kapının kanadı üzerinde kazılmış olan antlaşma hala durmaktadır.

Bir ilginç yazı yazma yönetimi daha vardı:

Bir zamanlar Dicle ile Fırat boylarında yaşayan Asurlularla Babilliler çok eskiden kullanmışlardı.Koyuncuk'ta,eski başkent Ninova yıkıntıları arasında Austen Henry Layard adlı bir ingiliz,Asur hükümdarı Asur Banibal'ın kitaplığını buldu.Bu,içinde bir yaprak kağıt bile bulunmayan çok ilginç bir kitaplıktır.Bu kitaplığın bütün kitapları lüleci çamurundandı.

Lüleci çamurundan oldukça büyük ve kalın levhalar hazırlanırdı.Yazıcı yazısını üç köşeli sivri çomağıyla bu levhaların üzerine yazardı.Çomak,çamurun içine batırılıp hızla çekilince kalın başlayıp incecik kuyruk halinde biten bir iz meydana gelirdi. Babilliler ve Asurlular böylece çok çabuk yazı yazarak çivi yazısının düzgün ve incecik satırlarıyla levhaları (tabletleri) doldururlardı.Bu iş bittikten sonra daha dayanıklı olması için çömlekiye verilirdi.Eski Asurlular da çömlekçiler kitap pişirirlerdi.Böylece taş gibi dayanıklı kitaplar oluşurdu.

Asurlular balçık üzerine yalnız yazı yazmazlar,basma da yaparlardı.Değerli taşlardan,kabartma resimlerle süslü merdane biçiminde mühürler kazırlardı.Bir antlaşma yaptıklarında bu merdaneyi balçık tablet üzerinden geçirirlerdi.Böylece table üzerinde çok iyi seçilebilen bir mühür çıkardı.Basmalar üzerindeki desenler bugün bu yolla yapılmaktadır.Rotatif basma makinesi de bu türde çalışmakta ve yazılar merdanenin üzerinde bulunmaktadır.

PAPIRÜS BULUNUYOR

Mısırlıların icat ettikleri kitap ise çok garipti.Uzun,çok uzun ve yüz metrelik bir şerit düşünün:Bu şerit kağıttan yapılmışa benzerse de bu genelde "acayip" bir kağıttı.Elinize alıp ışığa tutarsanız,incecik bir çok çapraz çizgilerden yapılmış karelerden meydana geleceği görülecektir.Bir parçasını koparırsınız,gerçekten de tıpkı hasıra benzeyen bir takım-eritlerden örülü olduğu kolayca anlaşılır.Görünüşte bu kağıt;sarı,parlak ve perdahlıdır.Balmumu levhalar gibi kolay kırılabilir de…

Üzerindeki satırlar şeridin uzunluğunca değil de,dikine ;onlarca,hatta yüzlerce sütünlar halinde yazılmıştır.Eğer satırlar şeridin uzunluğunca yazılmış olmasaydı,her satırı okumak için şeridin bir başından öteki başına kadar gidip gelmek gerekirdi.

Bu garip kağıt kendisinden daha garip bir bitkiden elde ediliyordu.Nil kıyılarının bataklık yerlerinde çıplak,uzun gövdeli ve tepesinde püsküllü olan yine garip görünüşlü bir bitki yetişmekteydi.

Bu bitkinin adı papirüstü.Dil bilim olarak da kelime bir çok dilimize geçmiştir.Papier(Almanca ve Fransızca),paper(Ingilizce) olarak dünya dillerinde örnekleri vardır.(Bu konuda daha ayrıntılı bilgiyi icatlar bölümünce bulabilirsiniz.)

YAZI YAZMADA ILK ARAÇLAR

Mumu bilmeyenimiz yoktur.Balmumundan bir kitabı görenlerimiz ise çok azdır.Yağ gibi eritilebilen bir kitap,tuğla kitaplardan da ,şerit kitaplardan da çok daha yadırgatıcıdır.

Romalıların icat ettiği balmumundan kitapların neredeyse geçen yüzyılın başarında,Fransız devrimine kadar kullanıldığını bilenler pek azdır. Balmumundan kitap bizim cep defterimiz büyüklüğünde birkaç levhadan yapılmıştır.Her levhanın ortasında buraya sarı ya da siyaha boyanmış balmumu doldurulurdu.Bu levhaların iki köşesinde delikler vardır.Bu deliklerden geçirilen kurdelalarla,levhalar birbirine bağlanarak bir kitap halini alırdı.Birinci ve sonuncu levhanın dış yüzeylerinde balmumu bulunmazdı.Böylece kitap kapandığında balmumu iç yüzündeki yazıların silinmesinden korkulmazdı.

Bu levhaların üzerine neyle yazılıyordu.Kuşkusuz,mürekkeple değil.Bu iş için bir ucu sivriltilmiş,öteki ucu yuvarlaklaştırılmış çelik kalemler kullanılıyordu.Kalemin sivri ucu ile yazar,yuvarlak ucu ile de düzeltir ya da silerlerdi.Işte bizim silmek için kullandığımız lastiklerin ilklerinden biri de buydu.Balmumu yazı tahtaları çok ucuzdu.Dolasıyla karalamalar,notlar günlük hesaplamalar bunların üzerine yazılıyordu.Roma'ya uzak Mısır'a getirilen papirüs pahalıydı.Bu yüzden de yalnız kitap yapmakta kullanılıyordu.

Ancak şimdi kurşun kalemin ve ucuz kağıdın ortaya çıkışından sonra balmumu levhalardan vazgeçilebildi.Oysa,bir kaç yüzyıl öncesine kadar hiçbir öğrenci kemerinde bir balmumu levha olmadan edemezdi.

Daha papirüsün en parlak döneminde ona zorlu bir rakip türemişti.Parşomen!!!

Çok eski zamanlardan beri çobanlıkla geçinilen uluslar yazılarını evcil ve yaban hayvanı derileri üzerinde yazarlardı.Ama derinin yazı yazmaya uygun bir madde;yani parşomen haline gelebilmesi için iyice terbiye edilmiş olması gerekti.Bakın bu nasıl olmuştu:

ANADOLU YINE ÖNDE

Eski Mısır'ın iskenderiye kentindeki kitaplıkta bir milyona yakın papirüs tomarı bulunuyordu.Bu kitapığın zenginleşip büyümesinde,Ptolome Sülalesi'nden gelen Firavunlar çok çalışmışlardı. Böylece Iskenderiye kitaplığı uzun yıllar boyunca dünyanın en önde gelen kitaplığı oldu.Fakat bir süre sonra bir başka kitaplık,Anadolu'daki Bergama kenti kitaplığı onunla yarışmaya başladı.O sırda hükümdarlık eden Mısır Firavunu,Bergama kitaplığını acımasızca cezandırmaya karar verdi ve ülkesinden papirüs gönderilmesini yasakladı.Bergama hükümdarı da buna karşılık şöyle bir önlem düşündü:Yurdunun en usta adamlarını yanına çağırıp koyun yada keçi derisinden papirüs yerini tutacak ve yazı yazmaya yarayacak bir madde hazırlamarını buyurdu.Işte o günden sonra Bergama ,Dünyaya parşomen satan bir yer haline geldi.Yunanca "pergament adını alan Parşomen,doğduğu kentin(Pergamon) adını alarak böyle icat olmuştu.Kısa bir süre sonra Parşomeni katlanabileceği ve defter haline getirilebileceği anlaşıldı.Ayrı ayrı yapraklardan dikilmiş kitap da böyle ortaya çıktı.

Zamanla Mısır'da Papirüs daha az üretilmeye başlandı.Hele Araplar Mısır'ı aldıktan sonra Mısır'dan Avrupa ülkelerine olan papirüs gönderilişi büsbütün durdu.Işte ancak o gün parşomen kesin bir zafere ulaştı.

Bu,pek de olumlu bir zafer değildi.Roma imparatorluğu,bu olaydan bir kaç yüzyıl önce kuzayden ve doğudan gelen yarı ilkel kavimlerce yıkıma uğratılmıştı.

Bitmez tükenmez savaşlar bir zamanlar zengin olan kentleri ıssız bir duruma getirmişti.Her geçen yıl yalnız bilginlerden değil,okuma-yazma bilenlerinin sayısını da azaltmıştı.Parşomen,kitap kopya etmeye yarayan biricik araç olarak kaldığında,onun üstüne yazı yazacak kişi de hemen hemen kalmamış gibiydi.

Romalı kitapçıların büyük kopya işlikleri çoktan kapanmıştı.Yalnız kral saraylarında,ağdalı bir dile mektuplar yazan yazıcılar kalmıştı.Bundan başka,kuytu ormanlar da ya da ıssız vadilerde kaybolmuş manastırlarda sevap işlemek için kitap kopya eden keşişlere de rastlamak mümkündü.

KITAP… KITAP!!!

O çağlarda kullanılan mürekkep de Romalıların ya da Mısırlıların kullandıkları mürekkepten ayrıydı.Parşomen üzerine yazmak için deriye iyice sinen ve silinmesi kolay olmayan,özel dayanıklı bir mürekkep icat olunmuştu.Bu mürekkep,bugün de bir çok mürekkeplerin yapıldığı gibi mazı soyundan(mürekkep kozası), demirsülfattan ve reçineden(yada Arap zamkından) yapılırdı.Işte artık kağıdın icat edilmiş olduğu günlerden kalma eski bir elyazmasında bulunan ve ozaman ki mürekkeplerin nasıl yapıldığını anlatan bir reçete:

"Mazıları bir Ren şarabı içine atarak güneşe ya da sıcak bir yere bırakınız.Elde edilcek sarı suyu bir bezden südükten sonra ve mazıları da ezdikten sonra bu suyu başka bir şişeye doldurunuz.Bunu,unla karıştırmış,demir sülfat katınız.sık sık,bir kaşıkla karıştırınız.Güzel bir mürekkep elde etmiş olursunuz.Mazıların yeter derecede,Ren şarabınında mazıların içinde kaybolacak miktarda olması gerekir.Istediğimiz ölçüyü tutturabilmeniz için demir sülfatı azar azar koyunuz.Mürekkebi kalmenizle kağıdın üzerinde bir deneyiniz.Istediğiniz kadar siyah olmadığını görürseniz,koyutlmak için bir reçine tozu katınız,sonra da dilediğinizi yazınız!"

Bu eski mürekkebin şaşırtan bir özelliği vardı.O mürekkeple yazıldığından önceleri yazının rengi çok soluk olurdu.Aradan bir süre geçtikten sonra yazı kararırdı.Bizim şimdiki mürekkeplerimiz ise ,içlerine boya katabildiğimiz için daha iyidir.Bu nedenle de bunları yalnız okuyan değil,yazan da iyi görebilir.

Bir dönemer nasıl papirüs parşomene yenildiyse,eninde sonunda parşomen de yerini hepimizin bildiği kağıt'a bırakmak zorunda kaldı.

ÇINLILER KAĞIDI YAPIYOR

Kağıdı ilk yapanlar,Çinlilerdir.2000 yıl kadar önce ,daha Avrupa'da Yunanlılar ve Romalılar ünlü Mısır papirüsleri üzerine yazı yazarken,Çinliler kağıt yapmayı çoktan biliyorlardı.

Kağıt yapmak için bambu lifleri,bazı otlar ve eski paçavralar kullanılıyordu.Bunları,bir dibek içinde suyla karıştırıp hamır haline getiriyorlardı.Bu hamurdan da kağıt yapılıyordu.

Burada kalıp olarak incecik bambu kamışıyla ipekten kafes şeklinde örülmüş çevreler kullanılıyordu.Kalıbın üzerine kağıt kurumadan biraz dökülüp,liflerin birbirine yapışması ve keçe haline gelmesi için kalıp her tarafa eğilirdi.Su,kafesin deliklerinden akar,kafesin üstünde de ıslak kağıt tabakası kalırdı.Bu tabakayı dikkatle kaldırır,bir tahtanın üzerine serer ve güneşe kurutulardı.Sonunda bu kurutulmuş kağıt yapraklarından bir tomarını tahtadan yapılmış bir baskı aracının altına koyarlardı

Kağıt Asya'dan Avrupa'ya gelinceye kadar birçok yıllar geçti.Bu iş bazı aşamalardan geçti:

704 yılında Araplar,Ortaasya'da Semerkant kentini aldılar.Orada ellerine geçirdikleri bir çok ganimet arasında kağıt yapmanın sırrını da alıp ülkelerine götürdüler.Bu yolla Arapların eline geçen kağıt nedeniyle Sicilya,Ispanya ve suriye gibi ülkelerde kağıt fabrikaları kuruldu.Suriye'nin Avrupalıların Bambiç diye adlandırıldıkları Manbiç kentinde de bir fabirka kurlmuştu.Arap tacirleri karanfil,biber ve güzel kokular gibi doğu mallarıyla birlikte Avrupa'ya Manbiç kağıdı da götürüryorlardı.Kağıtların en iyisi bütün tabakalar halinde satılan Bağdat Kağıdı sayılıyordu.Mısır'da çeşitli kağıt türleri yapılmaktaydı.Bunların arasında çok büyük tabakalar halinde yapılan "Iskenderiye kağıdı" ndan tutun da,güvervin postalarında kullanılan küçücük tabakalara kadar her türlü kağıt vardı.

Bu tür kağıt eski paçavralardan yapılmaktaydı.Siyah benekli bir rengi vardı.Işığa tutulduğunda,yer yer paçavra parçaları bile görülüyordu.

Avrupa'nın kendi kağıt fabrikaları ya da o günlerin deyimiyle" kağıt değirmenleri" görülünceye kadar aradan yüzyıllar geçti.Artık XIII. yüzyılda bu tür kağıt değirmenlerini görmek mümkündü.

BASKININ ÖNDERI

Bu sıralarda Almanya'nın Mayence kentinde Johanm Gensfleich Gutenberg adlı bir adam kendi bastığı kitabı;yani,baskı makinesiyle basılan ilk kitabı gözden geçirmekteydi.

Harflerin biçimiyle kitabın düzenli elyazması kitapları çok andırıyordu.Fakat aralarındaki fark yine de uzaktan bile görülüyordu.Siyah ve okunaklı harfler törene çıkmış askerler gibi düzgün ve dimdik duruyorlardı.Yazıcının(hattat) yazı kalmeyile savaşa tutuşan baskı makinesi çok kısa zamanda onu alt etti.Çünkü elle ancak uzun yıllar süresice yapılan kocaman eserler,baskı makinesinde bir kaç günde bastırabiliyordu.

Git gide el yazması bir kitapla baskı makinesinde basılan bir kitap arasındaki benzerlik gittikçe azaldı.Yavaş yavaş harfler yazmak çok zordu.Oysa,baskı makinesi bunu kolayca yapabiliyordu.Böylece kocaman,kalın kitapların yerini baskı makinesinde basılmış ,harfleri okunaklı küçük kitaplar aldı.

Elyazması kitaplardaki her resmi,ressamlar yapmak zorundaydı.Baskı makinesinden basılan kitaplarda ise elle yapılan resimlerin yerini gravürler aldı.Yazı yazan makine,yani baskı makinesi,aynı zamandan resim yapan makineye dönüştü.Böylece birkaç saat içinde yüzlerce gravür" yapmak" mümkün oluyordu.

Bütün bunlar kitapları ucuzlattı.Günümüzün kitaplarında gördüğümüz başlıklar,iç kapaklar,dış kapakklar,gömme başlıklar,bizi hiç şaşırtmaz.Sayfa başındaki sayılar bize çok doğal görünür.Kelimeleri virgülleri gördüğümüzde de "Bu da ne oluyor" diye şaşırmazsınız herhalde.

Oysa kitaplarda iç kapağın başlığın ,gömme başlıkların ve virgüllerin olmadığı dönemler vardı.

Bütün bunların ne zaman ve niçin ortaya çıktığını kesin olarak söylemek bile mümkündür. Sözgelişi ,dış kapak 1500 yılında şu nedenle ortaya çıkmıştır.:Eskiden kitaplar basılmaz yazılırdı.Bunlar büyük bir çoğunlukla satış için değil,ısmarlama olarak yazılırdıçBu yüzden kitap yazanın kitabı reklam etmesine hiç gerek yoktu.

Basımevleri için durum daha da farklıydı.Bir basımevi yüzlerce,binlerce sayıda kitap basılıyordu.Hem bu basttığı kitaplar ısmarlama olarak değil,doğrudan doğruya satış içindi.Bu kitaplara alıcı bulmak gerekliydi.Bunun için kitabın adını,birinci sayfayabüyük harflerle basmak gerekiyordu.

Işte böylece kitap kapağı ortaya çıkmış oldu.O dönemde kitabın ilk sayfası kitapçı dükkanının kapısına asılırdı.Bu,kitabın çıkışını bildiren bir ilan demekti.

Kitabın çıkışıyla,şu ana kadar eldeettiğimiz bilgilerin çoğunu bu yolla elde etmiş olduk.Kitaplar belki elektronik bir ortama geçebilir.Şu an hali hazırda e-books dediğimiz teknolojik aletler kullanılmakta.Ancak bir geçek var ki,yazının ölümsüzlüğü…Belki sözcüklerin,belki de düşüncelerin eninde sonunda vücut bulacağı ve kullanacağı yazılardır..Geçmişin zorluklarıyla geleceğimize pencere açarsak,yazının icadını aklımızdan çıkarmayalım.

Yazı Nedir?

Yazı, en genel tarifiyle, ağızdan çıkan seslerin, dolayısıyla sözcüklerin, kulak yada jest yardımı olmaksızın, gözle görülebilen, bazen de dokunulabilen işaretler halinde biçimlendirilerek kaydedilmesini sağlayan araçtır.

Iletişim Araçları ve Fikir Yazıları

insanoğlu varolduğundan beri, duygu ve düşüncelerini başka kişilerle paylaşabilmek için, çok çeşitli iletişim yolları bulmuştur. Bunların ilk örnekleri arasında, günümüzde dahi pek çok toplum tarafından kullanılan görsel işaretleri, yani ateş, duman ve ışığı ya da akustik işaretler olarak adlandırdığımız, davul ve ıslık çalmayı gösterebiliriz. Ancak bütün bunlar zaman ve alan açısından sınırlanmıştır. Yani mesaj verildikten hemen sonra kaybolurlar ve tekrar edilmedikleri sürece başa alınma olanakları yoktur. Ayrıca, hepsi sadece az ya da çok birbirine yakın bölgede bulunan kişiler arasındaki iletişimde kullanılabilirler. Alan ya da zamanla kısıtlanmamış bir yol arama ihtiyacı, insanları çeşitli nesnelerin belirli bir sıraya göre yanyana dizilmesinden oluşan "nesne yazısı", daha çok hayvancılıkta kullanılan "sayma çubukları", yine belirli aralıklarla düğümlenmiş iplerden meydana gelen "quipu düğüm yazısı", bir mesaj vermek üzere kaya üzerine yazılan veya çizilen resimler anlamına gelen, "pitrogramlar ve pitroglifler" gibi iletişim sistemlerine götürdü. Ancak bunlar da, nisbeten kalıcı olmalarına karşın, belirli durumlarda, kısıtlı sayıda mesajı iletebilirler ve daha önemlisi yanlış ya da farklı algılanma olasılıkları çok yüksektir.

Genel olarak "fikir yazısı" olarak adlandırdığımız bu sistemler içinde, kendine Eski Önasya Dünyası'nda geniş yayılım alanı bulan, token veya Latince adıyla calculi (hesap taşları) adı verilen küçük kil semboller, yazıya geçiş sürecinde ayrı bir yer tutar. Kilden yapılıp, pişirilerek sertleştirilmiş ve çoğunlukla üzerleri şekillere ayrılmış, çeşitli formlardaki bu calculi veya hesap taşlarının herbiri farklı bir nesneye karşılık geliyor ve ticareti yapılan malların türü ve ölçüsü hakkın da bilgi veriyordu. Diyelim ki, Sümer'deki Uruk şehrinden biri, Elam'ın Susa kentindeki başka birine üç testi susam yağı göndermek istiyor. Bunun için Sü-merli yağ yerine kullanılan sembollerden üç tane alıp, bunları bir ipe geçirerek bağlıyor, bir başka kil topağı ile de mühürleyip, malının güvenliğini sağlıyordu. Bazen de bu sembolleri yumuşak ve nemli bir kil topağıyla sararak, içi görünmeyen bir top haline getiriyor ve her tarafını mühürlediği bu topun üzerine içindeki sembol sayısı kadar da şekillerini basıyordu. Malı getiren kişi, bu "makbuz"u Susa'daki kişiye iletmek zorundaydı. Böylece oradaki ticaret ortağı, ilk bakışta malın türü, miktarı ve gönderen kişi hakkında bilgi sahibi oluyordu. Şüphelendiği bir durumda ise, topu kırarak, içindeki sembollerle elindeki malı karşılaştırabilirdi.

"Hesap taşları", çeşitli diller kullanan toplumlar arasında, uzak mesafelerde anlaşılabilmesi nedeniyle, özellikle ticarette son derece kullanışlıydı. Bu sembollerin, daha sonra yazıya geçildiği dönemlerde de, aynı şekilleriyle kil tabletler üzerine çizilmiş olduğunun saptanması ile, önemleri daha da artmıştır.

Uruk Tabletler

Bugüne kadar edinebildiğimiz bilgilerle, yazı M.Ö. 4. binde, Güney Mezopotamya'da, ya da Sümer'de icat edilmiştir. Yazının elimize geçen ilk örneklerini oluşturan kil tabletler ise, aşağı Fırat bölgesinde, bugünkü adı War-ka olan Sümer şehri Uruk'ta yapılan kazılarda ortaya çıkarılmıştır. IV A yapı katına ait bu tabletler üzerinde yapılan çalışmalar, bu yazıda kullanılan işaretlerin olasılıkla, konuşulan dille ilişkili olduğunu ortaya koymuştur.

Uruk IV A buluntuları arasında, üzerinde birkaç işaret olan, bir grup küçük tablet vardır. Bu tabletlerin üzerinde delik ve ip parçalarının bulunması, bunların calculfler gibi, gönderilen mallar üzerinde, bir çeşit etiket olarak kullanıldıklarını göstermektedir. Daha büyük boyuttaki bir grup tablet ise, çoğunlukla tek bir mesaj ve malın cinsine ait yazı işaretleri ve miktarını gösteren sayı işaretleri içerirler, idari kayıtlar içeren bu tür metinler üzerinde, olasılıkla mala ait değerler ve şahıs isimleri birarada yazıldıkları için,bu tabletleri içerik açısından sınıflamak zordur. Çoğunlukta olan diğer metinlerde ise, tablet yüzeyi birden fazla mesaj içerebilmesi için bölümlere ayrılmıştır. Bu grup tabletlerde bölümlerin birbirleriyle ilgili olduklarının tahmin edilmesine rağmen, bu ancak birkaç tablet üzerin de kanıtlanabilmiştir. Bu tabletlerde, ön yüz olduğu kabul edilen tarafta, mallar la birlikte bulunan miktar gösteren sayı işaretleri, arka yüzde toplanarak verilmiştir. Bunun yanısıra bazı tabletlerde bu toplama işleminin yapılmaması, toplam sayının her zaman bir önem taşımadığına işaret etmektedir.

Uruk III yapı katı tabletleri ise sayıca daha azdır ve Uruk IV'te az rastlanan bazı yazım türleri, bu dönemde daha yaygın olarak kullanılmaya başlanır. Ayrıca diğer Mezopotamya yerleşimlerinden Cemdet Nasr da bu dönemle çağdaş belge verir. Bu dönemde artık etiket tabletler ve sadece bir kayıt içeren küçük boyutlu tabletlere rastlanmaz. Birden fazla mesaj içeren belgeler ise, öncekilere oranla daha karmaşık yazımlarla ifade edilmeye başlanmıştır.

Uruk tabletlerinin % 85'ini şehir tapınaklarına girip çıkan yiyecek ve tekstil kayıtları oluşturmaktadır. Bunlardan Sümer'in daha geç dönem tarihinden tanıdığımız, Uruk'un çevresindeki bazı yerleşim merkezlerini saptayabilmek mümkün olmaktadır (Kuzeyde KIŞ ve Eşnunna, Iran dağları yakınındaki Aratta, bugünkü adı Bahreyn olan Dilmun vs.). Metinlerin % 15'i ise, çeşitli ticaret malları, hayvanlar ve görevli isimleri içeren sözlük listeleridir. Kâtiplere, yazı sistemini öğretmek için kullanılan bu listelerin, 600 yıl sonraki dönemde de bulunması, geleneğe olan bağlılığı göstermesi açısından ilginçtir. Bu devamlılık sayesinde, okunması oldukça güçlük çıkaran pek çok erken dönem işareti tanımlanabilir hale gelmiştir. Genelde, resimlerle ifade edilen erken dönem yazılarının anlaşılmasının kolay olduğu şeklinde bir izlenim vardır, ancak çoğu zaman mesele bu kadar basit değildir. Bir öküz veya bir başak tanesi kolayca farkedilebilir, ancak bazen resim olarak tanımlanamadıkları gibi, sözlük tabletlerine başvurulmasına rağmen, anlamları belirlenemeyen, pek çok işaret vardır.

Toplam sayıları 5000'in üzerinde olan Uruk IV ve III tabletlerinin tek bir tanesinin dahi, tarihi, dini veya edebi belge içermemesi, bir rastlantı olarak değil, açıkça bu dönemde bu tür belgelerin kaydedilmemiş olması ile açıklanabilir. Bu gerçek, yazının bu tür kayıtları tutmak için icat edilebileceği olasılığını tamamen ortadan kaldırır. Tam tersi, tarihi ya da edebi belgelerin asla böyle kolay bir sistemle yazılamayacak olmaları, yazının geliştirilmesini zorunlu kılmıştır.

Uruk IV A ve onu izleyen Uruk III tabletlerinin az ya da çok soyut işaretlerin yanısıra, pek çok doğal "resim-işaretleri" de içermesi, bu dönemden önce yazının tamamen resim işaretlerinden oluşan bir devreden geçtiğini kesinleştirmektedir. Ancak maalesef bugüne kadar elimize, yazının bu ilk dönemlerine ait herhangi bir buluntu geçmemiştir. Buna olasılıkla yazının dayanıklılığı az olan, tahta, deri,balmumu, fildişi ya da kemik gibi bir madde üzerine yazılması neden olmuştur.

Sümer Resim-Yazısı

Şehir devletlerinin hüküm sürdüğü Sümer, ekonomik gücünü tarım ve buna bağlı ticaretten alıyordu. Nitekim Uruk tabletleri de, bu gerçeği doğrulamaktadır, îlk zamanlarda kullanılan basit resim işaretleri de, tıpkı fikir yazılarında olduğu gibi çağrıştırma yoluyla, ekonomik ihtiyaçların karşılanması için yeterliydi. Bu resim işaretlerini daha sonraki dönemlerden ayıran en büyük fark, henüz dildeki öğelerin yazıya aktarılmamış olmasıdır. Herhangi bir dilin kurallarıyla sınırlı olmadıkları için, gören herkes tarafından kolayca anlaşılabilirler. Bu tür resim yazılarını, bugün örneğin havaalanlarında kullanılan çok çeşitli logolarla karşılaştırmak mümkündür. Tuvalet, bagaj ya da restoranı çağrıştıran logoları anlamak hiç bir dilbilgisi gerektirmez.

îlk dönemde ihtiyacı karşılayan resim yazılarında, gösterilmek istenen nesnelerin sembolik çizimleri yapılıyordu. Örneğin öküz bir öküz başıyla, tahıl bir başak tanesiyle, gün ise doğmakta olan bir güneşle tasvir edildi. Ancak yönetime dair resmi kayıtların giderek artması, daha önce önemli görünmeyen bir problemin ortaya çıkmasına yol açtı. Somut fikirlerin bu yolla kolayca anlatılabilmesine karşın, soyut fikirleri yansıtmak oldukça zordu. Gerçi bir öküzü ifade etmek için bir öküz başı çizmek yeterliydi ama hayvanın ölü mü yoksa canlı mı olduğu, ya da tapınağa getiriliyor mu yoksa tapınaktan çıkarılıyor mu olduğu nasıl anlatılacaktı? Ya da, bu hayvanı tapınağa teslim eden kişinin adı yazılmak istenirse ne yapılacaktı?

îlk zamanlarda, geçici bir çözüm olarak, fikirlerin birleştirilmesi yoluna gidildi. Yani bir ayak resmi sadece ayağı değil, aynı zamanda "koşmak, yürümek, durmak" fiillerini, yıldız da aynı şekilde, göğü ve kutsal varlıkları ifade etmek için kullanılıyordu. Bazı durumlarda da, birkaç resim biraraya getirilerek, anlamlar çeşitlendiriliyordu. Örneğin, ağız resmi, suyu ifade eden dalga tasviriyle yanyana çizildiğinde "içmek", yine ağız, bir parça ekmekle çizilmişse "yemek", düşüncesini akla getiriyordu. Bu tür kavramların iletilmesine yardım eden bu yol, kesin bir ifade taşımadığı için, anlaşılması da bunu gören kişinin yorumuna ve hayal gücüne bırakılıyordu. Ayrıca, az önce bahsettiğimiz gibi, tamamıyla soyut olan kavramları, ya da şahıs ve yer isimlerini bu şekilde göstermek olanaksızdı.

Bu dönemden itibaren yazı, bir anlamda gerçek bir yazı sistemi olma yolculuğuna çıkmıştır. Bugün "çivi yazısı" ya da "çivi yazılı belgeler" tanımlamaları, henüz yazının gerçekten çivi yazısı halini almadığı bu dönemler için de kullanılır. Çivi yazısının gerçek anlamda bir yazı sistemi haline gelmesi ise, ancak bu dönemden sonra, hem biçimsel, hem de içerikte geçirdiği bir dizi aşama sonucunda olmuştur.

Çivi Yazısı

a) Içerikteki Gelişim:

Ifade edilmek istenen kavramlarda, var olan kayıt sisteminin yetersiz kalması, yazının gelişmesinde çok önemli bir adım atılmasına neden oldu. Bu, kullanılan dilin, ilk olarak aktif bir biçimde yazıya geçirilmesi olayıdır. Bu aşamada, Sümer dilinin çoğunlukla tek heceli kelimelerden oluşmasının da büyük payı vardır. Böylece, çizilen her işarette, tasvir edilen nesne değil, bu kelimenin ses değeri ön plana çıkarılmıştır. Daha iyi anlaşılabilmesi için, bunu somut olarak örnekleyelim. Örneğin, Sümerce dağ kelimesi KUR, su A, ağız ise KA olarak okunurdu. Şimdi KUR.A.KA diye özel bir isim yazılmak istendiğini varsayalım. Bunun için katip, önce bu ismi oluşturan resimleri yan yana çizdi.

Sonra bunu gören kişilerin resimsel özelliklerine aldanıp, "Dağın suyu içilir" gibi, yanlış şekilde algılamalarını önlemek için de, kelimenin başına, bunların ses değerleri ile okunması gerektiğini gösteren bir uyarı işareti koydu. Determinatif (belirtici) adını verdiğimiz bu işaretler, daha sonra çivi yazısının ilerleyen evrelerinde, kadın, erkek, nehir, ülke, şehir vb. özel isimlerinin başına , bazen de sonuna konarak, yaygın bir şekilde kullanılmaya başlandı, îşte bu gelişmeye, yani kelimelerin içerdikleri ses değerleri ile okunmaya başlanmasına, "fonetizasyon aşaması" veya "ses-leşme evresi" diyoruz. Bu aşama, Uruk III b evresine, yani yaklaşık M.Ö. 3. binin başlarına rastlar.

ilk zamanlarda belki de kaçınılmaz bir zorunluluk sonucunda ortaya çıkan, resimlerin içerdikleri ses değerlerinin kullanılmaya başlanması ile, çok daha kesin mesajlar verilebileceği çabuk kavranmıştır. Bu dönemde ortaya çıkan, önemli bir özellik te, anlamı göz önünde bulundurulmaksızın, kelimelerin sadece ses değerlerindeki benzerlik veya eşitlik nedeniyle, başka kelimelerin yazımında da kullanılmaya başlanmasıdır. Örneğin, Sümerce "ok" anlamına gelen Tl işareti, aynı ses değerine sahip olduğu için, "hayat" kelimesine de, aynı işaretle yazım olanağı sağlamıştır. Elbette Sümerce okumayı bilen biri, bu iki kelime arasındaki "eş değerli-lik"ten haberdar olduğu için, "ok" işareti ile gösterilmiş bir logogramın, metnin içeriğine göre, "hayat" olarak okunması gerektiğini fark edecektir. Bunu Türkçe'de birden fazla anlamı olan kelimeler, "at", "yüz", "alay" ile karşılaştırabiliriz.

Kelimelerin fonetik olarak ifade edilebilmeleri, geç dönemlerde çok daha fazla işlerlik kazanan, hecelerin kullanılabilmesini olanaklı kıldı. Böylece, ayak resmiyle gösterilen mastar halindeki "gitmek" fiilinden öte, "gidiyorum" gibi çekimli formlar da yazılabildi. Bu yenilik gittikçe kuvvet ka zanmasına rağmen, eski logogramları, yani tek işaretli kelimeleri, tamamen ortadan kaldıramadı. Kullanışlılığından dolayı, bu logografik yazı, silindir mühürler, heykeller ve steller üzerinde çivi yazısının gelişiminin sonuna kadar korundu. Fakat, özellikle fiillerin ifadesinde, yeni fonetik hece yazısı, eski yöntemin yerini aldı. Bazı kelimelerin aynı işaretle yazılabilmelerine karşın, yine anlamı aynı olan kelimeler için değişik işaretler de yaratıldı. Örneğin, Sümerce'de GU, hem "boyun", hem de "öküz"anlamına gelen bir kelimedir. Böylece GU, iki farklı işaretle yazılabildi. Bu "çok işaretlilik" (polysemie) ile daha geç dönemlerdeki kullanımlarla da birlikte, GU tam 14 farklı işaretle yazım olanağı buldu. Bundan başka işaretler, "çok seslilik" (polyphonie) kazandılar. Örneğin, tek başına kullanıldığında, "gün" anlamına gelen, aynı yazımla, BABBAR okunup "beyaz" rengini ifade eden, UD işareti, kelime içindeki yazılımlara göre, ud, pir, tam, par, lah, lih hece değerlerini de kazanmıştır.

Şimdi belki, bu uygulamayla, bir metnin okunuşunun son derece zorlaşabileceği sorusu akla gelebilir. Bu konuda en büyük yardımcı, belirli dönemlerde ve belirli metin gruplarında kısıtlı sayıda işaret kullanılmış olmasıdır. Ayrıca çoğu zaman metnin içeriği ve her işareti izleyen bir diğeri, nasıl doğru okunması gerektiğini kendi gösterir.

Böylece M.Ö. 3. binde kullanılan kelime yazısı, yerini daha gelişmiş bir kelime -hece yazısı sistemine bıraktı. O zamana kadar hiç bir işareti olmayan, kelime ve isimler de bu şekilde yazılabildi. Daha önemlisi, aynı yolla, gramere ait özellikler de yaşam buldu.

Çivi yazısı hece sistemine dayanan bir yazı sistemi olduğu için, sesli harflerin (vokaller) birer işaretle gösterilebilmelerine karşın, sessiz olanlar, (konsonantlar) bu şekilde yazılamaz; bunlar mutlaka bir sesli ile birlikte belirtilmek zorundadırlar. Bu hece işaretleri de 3 grup altında toplanır.

1) Sesli+sessiz = iğ, ud, at vb.

2) Sessiz+sesli = ta, gu, bi vb.

3) Sessiz+sesli+sessiz = tal, pir, kum vb.

b) Biçimsel Gelişim:

îlk zamanlar yazı, Çince'de olduğu gibi, yüzleri sağa dönük işaretlerle, sağ üst köşeden başlayarak, aşağıya doğru yazılırdı. Buna inanmamızı sağlayan neden ise, piktografik dönemde, doğadan alınmış işaretlerin olasılıkla doğal görünümleri yönünde yazılmış olmaları gerektiğinden kaynaklanmaktadır. Bu, tablet bölümlerinin sağdan sola sıralanması, bölümler içindeki işaretlerin ise, yukardan aşağıya yazılması anlamına gelir. Sonra tam olarak bilemediğimiz, ancak olasılıkla tabletin tutuluş şekli gibi pratik bir nedenle, işaretler öyle bir pozisyonda yazıldılar ve belki de okundular- ki, daha önceki işaret yönlerinden 90° sola döndüler. Böylece, sağdan başlayarak, yukarıdan aşağıya doğru yazılan sütunlar, soldan sağa doğru ve alt alta yazılan satırlar haline geldi. Ancak, bu değişimin ne zaman meydana geldiği, kesin olarak saptanamamaktadır. Bir süre sonra ne olduğunu bilemediğimiz, ancak olasılıkla doğada çabuk tahrip olabilen, ilk yazı malzemesinin yerini kil alınca, bu madde üzerine resimlerin çizilerek değil, baskı yolu ile daha kolay yapıldığı fark edildi. Böylelikle, resim karakterleri için ucu üçgenleştirilmiş bir kamış olan, stylus kullanılmaya başlandı. Kilin topaklanması nedeniyle, yapılması zor olan yuvarlak hatlar ise, düz çizgilerle gösterildi, îlk zamanlarda kâtipler, bu çizgileri türlü şekillerde biraraya getirerek, eski resim formlarını korumaya çalıştılar. Ancak işaretlerin çok karışmasına ve yazının zorlaşmasına neden olan bu uygulamadan kısa sürede vazgeçildi. Sonuçta kalemin kil üzerine bastırılıp, hafifçe geri çekilmesiyle çivi görünümünü andıran işaretler, resim yazısının tahtına oturdu, îlk önce her yöne basılan bu işaretlerin, zamanla, yine pratik nedenlerden dolayı, çivi başı sağa dönük olanlar terkedildi. Böylece yaygın olarak kullanılan yatay, dikey ve eğik çivilere, köşe çengeli denilen bir çeşidin de eklenmesiyle elde edilen işaretler, istenildiği gibi kullanılmaya başlandı. Bu işaretler, zamanla mümkün olduğunca basite indirgendi ve ilk dönemlerde 1000 kadar olan sayıları, giderek 500-600'e kadar azaldı.Çivi yazısı, yaklaşık M.Ö. 2700 yıllarında, gerek biçimsel ve gerekse içerik gelişimini geniş ölçüde tamamladıktan sonra, ilk olarak, hece işaretleri, determinatifler ve logogramlarla yazılan, tam ve gerçek anlamda bir yazı sistemi oluştu.

Diğer Erken Dönem Buluntu Merkezleri

Yazının başlangıcına dair ilk belgelerin Uruk IV ve bunu izleyen Uruk III yapı katlarından geldiğinden daha önce bahsetmiştik. Kuzeyde bir yerleşme merkezi olan Cemdet Nasr ve Susa'da bulunmuş Proto-Elam tabletleri ise Uruk III tab-letleriyle çağdaş diğer yazılı belge gruplarını oluştururlar. Uruk IV-III katları yaklaşık M.Ö. 3300-2900 yılları arasına tarihlenir. Aralarında hem benzerlikler, hem de farklılıklar bulunan bu üçlü tablet grubundan Uruk ve Cemdet Nasr tabletlerinin Sümerce yazıldığı kabul edilirken, Susa tabletleri, hakkında halen çok az şey bilinen, Elam dilinin ilk örnekleri olarak görülmektedir.

Uruk, Cemdet Nasr ve Ur şehirlerinden gelen tabletler, herhangi bir tarihi belge içermezler. Tarihi belgelere ilk örnek, Erhanedan Dönemi IHII'e, yani yaklaşık M.Ö. 2600'lere tarihlenir. Bu dönemle aşağı yukarı çağdaş olan belgeler ise, Şuruppak'tan (Fara) gelmektedir. Şuruppak ve onu takip eden Abu Salabih ve Ebla tabletleri, Sümer yazısının gelişimini hem işaretlerdeki form, hem de kullanımdaki esneklikte göstermeleri açısından ilginç örnekler oluştururlar.

Sümerce:

Kökenleri belli olmayan ve bugüne kadar dil aileleri içinde başka akrabası saptanamayan bir dil konuşan Sümerler, bölgede yaşadığını bildiğimiz en eski toplumdur. M.Ö. 3. bini izleyen dönemlerde, çivi yazısının, güney Mezopotamya'daki Akkadlar ve Suriye'deki Eblalılar'a iletilmesini sağladılar. Sümerlerin Erhanedan Dönemi III, Akkad'lı Sargon'un (M.Ö. 2334-2279) hakimiyeti ile sona erdikten sonra, hem dilde, hem de politik açıdan güçlü bir Akkad etkisi görülmeye başlanır. Bu hanedanın da yaklaşık M.Ö. 2200'lerde çöküşüyle, Sümerce yine yönetimde kullanılan dil olarak yerini almış, ancak bundan sonra gelecek yıllar içindeki tüm krallar, artık kendilerini Sümer ve Akkad kralları olarak tanıtmışlardır. Başta M.Ö. 2004 yılında Ur olmak üzere, önemli Sümer şehirlerinin birbiri ardına düşmesinden sonra, yaklaşık M.Ö. 18. yüzyılın başlarında Sümerce, yerini kesin olarak Akkadça'ya bırakmıştır. Ancak konuşulan dil olarak güncelliğini yitirmesine rağmen, yazım kolaylığı ve geleneksel edebiyat dili olması nedeniyle pek çok anıtsal yazıt, edebi metin ve Sümerce sözlük listelerinde kopya edilmeye devam etmiştir.

Sümerce agglutinativ (bitişken) bir dildir. Türkçe'de olduğu gibi, her kelime değişmeyen, ancak ön- veya son eklerle işlerlik kazandırılan bir veya birden fazla hece ile ifade edilir. Örneğin, DÜ "inşa etmek", Î.DÜ "o inşa etti", NU.MU.DÜ "o inşa etmedi.". Özellikle çoğu edebi metnin kopyalandığı dönem olan, Eski Babil dönemine gelindiğinde, paralel metinlerde farklı ön ve sonekler kullanılmış olması ise, Sümerce gramerinin anlaşılmasını zorlaştırmaktadır.

Sümerlerin bıraktıkları belge grupları içinde edebi, mitolojik metinler ve destanlar en önemli yeri tutar. Bunlar içinde özellikle "Gılgamış Destanı", çivi yazısının yayılımıyla, diğer dillere de çevrilmiş, tufan hikayesi bölümü ise, bütün kutsal kitaplarda da aynı şekilde anlatılarak, binlerce yıl boyunca korunmuştur.

Akadça:

Sümerce'den sonra bölgede geçerli dil olan Akkadça, bugünkü Arapça ve ibranca'nın dahil olduğu Semitik dil ailesinin üyesidir. Sargon döneminde kullanılan Eski Akkad lehçesinden sonra Akkadça, Asurca ve Babilce olmak üzere iki temel lehçeye ayrılmıştır. Bu lehçeler de zaman ve coğrafi alanları içinde geçirdikleri değişikliklere göre, Eski, Orta ve Yeni başlıkları altında, incelenir. Akkadça kelimeler, temel olarak alınan 3 konsonant ve bir kök vokaline, başka vokaller eklenmesi veya konsonantların çiftlenmesi ve sonra da bu kelimenin çatısına ön ve sonekler getirilmesiyle oluşturulurlar. (Örn. sbt (kök vokali a), Mastar hali, sabatum "yakalamak", isabbat "o yakalar", isbat "o yakaladı", sabat"ykala". Yani, aslında her sesin bir hece ile ifade edildiği çivi yazısı, Akkadça'nın dil yapısına uygun değildir. Bu nedenle, önemli ölçüde kelimelerin fonetik olarak ifade edilmesiyle birlikte, buna ek olarak Akkadlı katipler, Akkadça kelimeleri yazmak için, Sümerce logogramları da kullandılar. Örn. Akkadça "koyunlar" anlamına gelen immeru kelimesini Sümerce şekliyle UDU MF^ olarak yazdılar ; ya da iki dili karıştırarak, Sümerce "büyük" anlamına gelen GAL kelimesinin sonuna Akkadçası olan rabûrmn sonunu ekleyerek bunu GAL- u şeklinde ifade ettiler.

Sümer hece sistemini benimseyen Akkadlar, kendi dillerine uygun yeni hece değerleri de yaratarak, "çok seslilik" (polyphonie) ve "çok işaretlilik"(po/y^m/^) sistemlerini geliştirdiler. Örn. Sümerce SU "el" işareti Akkadça okunuşu qadu ile birlikte, su'nun yanısıra, "qad, qaf hece değerlerini de yazıya kazandırmıştır.

M.Ö. 2. binde diplomatik yazışma dili olan ve yaklaşık 2500 yıl süreyle Eski Yakın Doğu kültürüne aracılık eden Akkadça yazılı belgeleri, doğal olarak kendine çok geniş bir yayılım alanı bulmuştur. Bu yayılım sonucunda Akkadça'nın merkezi lehçelerinin yanısıra "çevre" (peripbeml) dialektler de ortaya çıkmıştır. Susa, Boğazköy, Alalah, Nuzi, Ugarit ve Amarna'da ortaya çıkarılan bu belgeler, Akkadça yazılmış olmalarına karşın çeşitli lokal dillerin etkisi altında kalmışlardır.

Bu haber 29 Ekim 2010 tarihinde tarafından Biliyormusunuz kategorisi altına yazılmış. ve Yorum yapılmamış

Benzer yazılar

Reklamlar



Kimler Neler Demiş?

İlk Yorum Hakkı Senin!

avatar

wpDiscuz

Reklamlar


Rastgele yazılar


Facebook Grubu